Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Posts Tagged ‘Modern toplum oluşumu’

Asırlar önce Makedonya topraklarından dünyanın dört bir yanına açılan orduların tek bir hedefi olduğu söylenir: Tüm dünyayı efsanelere girmiş komutanları Büyük İskender’in komutası altında birleştirmek. O İskender ki Çin içlerine kadar ilerlemiş ve yaşlı kıtaların yaşam olduğu bilinen her yerini hâkimiyeti altına almıştı. İskender’in birleştirdiği bu topraklarda yaklaşık bir asır süren bir devir yaşanacaktı. Bu devre tarihçiler “HELENİZM” adını vereceklerdi. İşte dünyada ilk küreselleşme hareketi de o Helenizm olmuştur. Peki, Helenizm’in en önemli özellikleri nelerdi: ortak bir ekonomik yapı, birbirine benzemeye başlayan kültürel formlar, genelleştirilmeye çalışılan Helenik değerler. İskender’in rüyası çok kısa sürdü. Çünkü o dönemin koşullarında yavaş olan haberleşme yaratılmaya çalışılan formun olmazsa olmazıydı ve nitekim etkin haberleşme olmadan İskender’in rüyası “Helenizm” uzun süre var olamadı. İskender’den yüzyıllar sonra insanlar onun rüyasını gerçekleştirmeye – hem de hayal dahi edemeyeceği kadar büyük bir coğrafya ve kalabalık nüfus altında – hiç bu kadar yakın olmamışlardı. Bilgi toplumunun oluşumu ve teknolojinin inanılmaz gelişimi üzerine temelleri atılan 21. yüzyılın en önemli hedefi olan o rüya küreselleşmedir. O küreselleşme ki sınırları olmayan tek bir dünya hayalinin ve bütün büyük devletlerin bugüne kadar sahip olduğu o tek dünyayı yönetebilme hevesinin güncellenmiş ismidir. Şüphesiz tüm dünyayı tek bir çatı altında toplama fikrinin ekonomik, kültürel, sosyal ve daha birçok alanda etkisi olacaktır.

Küreselleşme ve onun getirdikleriyle ilgili bir kanaate ulaşabilmek için onun nasıl bir süreç geçirdiğini anlamak gerekir. Bugün küreselleşme denince yoğun olarak olumsuz düşüncelere sahip bir toplum olsak da onun başlangıcında ki payımız yadsınamayacak kadar büyüktür. Küreselleşmenin en önemli iki başlangıç noktası olan Haçlı Seferleri ve Coğrafi Keşiflerin sebebi Türklerin gerek kutsal mekânlara – Kudüs ve çevresi- gerekse de Akdeniz ve önemli ticaret yollarına- ipek ve baharat yolları- hâkim olmasıdır. Küreselleşme her iki alana da büyük önem atfeden Avrupalıların savaşla başarılı olamama sonucu çıktıkları serüvenin bir sonucudur. Bu serüvende Amerika keşfedilecek, Avrupa zenginleşecek, zengin Avrupa önce özgürleşecek ve bu özgürlükle bilim ve sanatta sınırları genişletecek, bilim teknolojiyi geri dönülemez bir noktaya getirecek, teknolojinin lokomotifliğini yaptığı ”Küreselleşme” bugün ki konumuna ulaşacaktı. Yani İskender’in savaşla kurduğu ve tek kişiye dayanan Helenizm’i daha farklı ve daha uzun bir sürecin ardından Küreselleşme olacaktır. Ancak tarihin tekerrürü olsa gerek bu seferki yolculukta da dünya savaşları ve özellikle onlardan sonra oluşan “Yeni Dünya Düzenleri” çok önemli bir görev üstlenecekti. Bugün ki noktaya gelinmesinde özellikle 20. yüzyılın 2. yarısında oluşturulan “Çift Kutuplu Sistem” etkili olacaktı. Devletlerin karşısında iki seçenek vardı ve “LİBERALİZM” seçeneği “SOSYALİZM” seçeneğine üstün gelip dünya 21. yüzyıla onun gösterdiği ilkeler kapsamında merhaba dedi.

Küreselleşme her ne kadar Liberalizm ışığında gerçekleşse de eğer sosyalizm galip gelse onun oluşturacağı sistemin de bu gerçekten arındırılmış olma fırsatı yoktu. Küreselleşme belki de bir özelliğinden dolayı ne kadar tartışılsa da her gün ilerliyor: “Karşı Konulamazlık”. Öyle olmasaydı kendisini sosyalist olarak tanıtan Çin küresel dünyanın en önemli araçlarından olan olimpiyatları düzenlemek için her yola başvurmaz, küreselleşmenin temel öğelerinden sınırsız ticaretin temsilcisi Dünya Ticaret Örgütü’ne girmezdi. Ya da küreselleşme karşıtı olduklarını iddia eden kuruluşlar yine küreselleşmenin en önemli simgelerinden Coca Cola’dan sponsorluk almak için saatlerce zaman harcamazlardı. Peki, bu kadar güçlü olan bir süreç madem durdurulamazsa neden bu kadar tartışılıyor? İşte bu noktada küreselleşmenin sosyal ve kültürel etkileri karşımıza çıkıyor. Ekonomik anlamda herkes küreselleşmeyi ve getirdiklerini şu ya da bu şekilde kabul etmiş ve kendisini açıkça ya da değişik yöntemlerle -Küba ve turizm örneği- bu sürecin içine çekmiş durumda bulunuyor. Ancak işin kültürel boyutunda ciddi sorunlar karşımıza çıkıyor. Aslında kültürel boyutta halledilemeyen sorunların başında ortak küresel kültürün oluşum süreci ve buna yapılacak katılımın boyutudur. Ne yazık ki pek çok ülkede küreselleşmeyle yapılacak kültür transferi yaklaşımının temeli Amerikan kültürünün bu ülkelerde ki kültürün yerini alacağı ve kendi kültürlerinin yok olacağı kanısıdır. Hâlbuki oluşan süreç ve görülen örnekler bunun böyle olmak zorunda olmadığının en bariz kanıtlarıdır. 20. yüzyılın başından bu yana Avrupa ve Amerika sanatında bariz bir Japon etkisi görülmektedir. Yine tamamen bir uzak doğu öğretisi olan Yoga’nın batıdaki yaygınlığı yadsınamayacak boyuttadır. Buna benzer pek çok örnek bulunabilir. Yani kültür alışverişi korkulduğu gibi tek taraflı değildir ve ortaya çıkması amaçlanan dünya kültürü formu da genel içinde özelin seçildiği küreselliğin içinde yerelin korunduğu ve belki de yaygınlaşıp tüm dünyanın hizmetine girdiği bir formdur. Burada yok olunacağı söylenen diller ve milliyetler de önemli bir meseledir. Evet, insanlık bu hızla birbirine yaklaştıkça ve sınırlar kalktıkça bazı diller de kültürel formların diğer elemanlarının da başına gelebileceği gibi kullanılmayacak ve etkinliklerini yitireceklerdir. Ancak yine küreselleşmenin temellerini atan bilim sayesinde en azından bu diller kayıt altında olacak ve varlıkları bulunacaktır. Yine bilimin araştırmaları milletlerin tarihleri konusunda daha detaylı bilgilere ulaşmalarını ve küreselleşirken yerel milli değerin de yücelmesini sağlayacaktır. Örneğin küresel bir dünyada olmasak ve her millet sadece kendi yağında kavrulsa Alman bir bilim adamının Orta Asya da bulduğu ve Türk tarihini sanılandan çok daha eskilere taşıyan tarihi kalıntılardan faydalanamazdık. Peki, şimdi yerel değerlerin yok edildiğine saptanıp kalan insanlar o eseri mi reddedecek yoksa bizim tarihimiz şu kadar zaman geriye gidiyor diye övünecek mi? Burada cevap çok açık ikinci seçenektir. Bu kadar basit bir örnekte gördüğümüz gibi milletlerin tek başlarına hareket etmeleri durumunda ulaşacakları bilgi seviyesi, refah seviyesi ve bunlara benzer tüm olumlu özelliklerin sınırları beraber hareket eden bir dünyanın ulaşacağından çok küçüktür. Kültürel ve sosyal anlamda küreselleşmenin getirdiklerini eleştirirken dikkat edilmesi gereken tarafsızlığın korunması ve geniş açıdan olaya yaklaşabilmektir.

Küreselleşmenin ekonomik anlamda etkinliği insanoğlu ticaret yaptığından bu yana süregelmiştir. Yani ekonomik entegrasyon temelde ticaret üzerine dayanmaktadır. Peki, ticaret yapmak zorunluluğu nereden gelir sorusuyla karşılaştırdığımız da bundan iki asır önce ünlü iktisatçı Ricardo’nun karşılaştırmalı üstünlükler teorisi halini alan düşünceleri bile yeterli olmaktadır. Kıt kaynak, sınırsız ihtiyaç üzerine kurulmuş insanın ekonomik dünyası kaynakların paylaşımı ve rollerin belirginleşmesini zorunlu kılar. İnsanlar tüketimden vazgeçmeyeceklerine göre ticaretin zorunluluğu ve etkileri de kaçınılmaz olacaktır. Eğer ülkeler arasında ticaret varsa bu kültürel ve sosyal etkileşimi de kaçınılmaz kılar. Örneğin Anadolu’ya yazının Asur ticaret kolonileri yoluyla geldiğini düşünürsek milletleri var eden ve onun sürekliliğini sağlayan dillerin korunum yolunun bile ticaretten geçtiğini görürüz. Ticaret bugün temelde Dünya Ticaret Örgütü, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslar arası kuruluşların da yardımıyla inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Bu süreçte her ne kadar zararla çıkan insanlar olsa da genel faydanın maksimize edilmesi ticari sınırların yok olmasına sebep olmuştur. Artık ticaretin sınırları tartışma konusu olamaz. Böyle konularda sıkışan devletler küresel sistemde sıkıntı yaşar.

İnsanoğluyla beraber var olan bir olgunun yaşama bu denli aktif katılığı bu yüzyılda olgunun kendisine yönelik tartışmalar değersizleşmiştir ve zaman kaybından başka bir şey değildir. Artık üzerinde düşünülmesi gereken sürece yapılacak katkının nasıl maksimize edileceği olmalıdır. Küreselleşen dünya da özellikle bu sürecin doğurduğu artığın paylaşımı konusu temel odak noktası olmalıdır. İskender’den asırlar sonra insanlar onun rüyasını gerçeğe dönüştürüyor. Belki dünya bir insanın olmuyor ama insanlar artık tamamen dünyanın oluyor.

Read Full Post »