SUSKUNLAR – 2…
KAÇMAK İSTERSİN GEÇMİŞTEN, SONRA ANLARSIN KAÇAMAYACAĞINI; SUSARSIN…
AMA NE KADAR SUSARSAN SUS, BİLİRSİN ASLINDA KAÇINILMAZ SONU; BİR GÜN KONUŞACAKSIN…
Bu serinin ilk yazısında dizi hakkında genel bir bilgilendirme yapmıştım. Şimdi bana göre neden başarılı olduğu ve şu kısa süreli öyküsünden çıkarılabilecek derslere değineceğim.
Kanımca dizinin başarısındaki dışsal faktörlerin en önemlilerinden birisi zamanlaması oldu. Dizi için şans, acıları yaşamış çocuklar ve ülkemiz için talihsizlik ve utançtan öteye izahı olmayan Pozantı Islah Evi olaylarının hemen ardından yayına giren dizide neredeyse Şubat ayı boyunca gazetelerde gördüğümüz o acı, acı olduğu kadar utanç dolu ve açıkçası ülke olarak bizim utancımızdan başka kimsenin utancı olmayan olaylardan hemen sonra yayına girince ülke olarak iç muhasebe ve içsel utancımızla yüzleşmemize de neden oldu. İşte bu içsel kavga dizinin bu kadar başarılı olmasında sanırım en önemli etkenlerin başında geliyor. O çocuklara yapılanlar için aslında hepimiz utanç duyuyoruz ve en azından dizide bu çocukların öcünün alındığını görmek bir nevi vicdani rahatlama sağlıyor. Evet, açıkça söylüyorum ülke olarak göz yumduğumuz bir utançtan bir diziyle intikam alıyoruz. Ama günü geldiğinde bu utançla yüzleşmek zorunda kalacağımızı bile bile bizde normal hayatta susuyoruz. O yüzden de hepimiz aslında bu dizide oynuyoruz ve oynadığımız diziyi izliyoruz. Çünkü yaptığımız işi merak ediyoruz. Ve onu ancak Televizyon ekranlarındaki bu dizide görebiliyoruz. Ancak bu olaylar olmasaydı da böyle uzun süredir görmezden gelinen bir soruna eğilme cesareti gösteren senaristleri tebrik ediyorum. Bu olaylarla da birleşince toplum olarak yüzümüze öyle bir ayna tuttular ki artık biliyoruz bir gün bugün susturduklarımız, susmak zorunda bıraktıklarımız konuşacak ve açıkça biraz o günden de korkuyoruz.
Dizinin başarısındaki toplumsal faktörlerden bir diğeri ise toplumda yavaş yavaş oluşmaya başlayan hapishane kültürüdür. Günümüz Türk toplumunun iki temel unsuru olarak ele alınabilecek milli ve dini kimliğin içerisinde ne yazık ki hapishane kültürü yoktu. Göçebe Türk kavimlerinde cezalar anında infaz ya da obadan dışlanma olarak verilir yani suçlunun suçsuzluğu üzerine bir ihtimal düşünülmezdi. Aynı şekilde İslamiyet’in yüksek adalet anlayışına rağmen ortaya çıktığı dönemlerde hapishane kültürünün yerine kısasa kısasla anlık cezalandırmalar yaygındı. Hal böyle olunca toplumsal olarak Batı’da bazı ülkelerin sahip olduğu hapishane kültürüne sahip değildik. Peki, nedir bu kültür? Bu kültür hapse giren herkesin suçlu olmadığı, hapisten çıkan kişilerin toplumdan dışlanma yerine topluma kazandırılma önceliği olduğu, ayrıca hapishanede en aşağılık suçlar işleyenler dahil olmak üzere herkesin temel insan haklarına uygun biçimde cezasını çekmesinin sağlanması olarak tanımlanabilir. Ülkemizde tutuklu ya da hükümlü hapse giren herkes toplumdan dışlanır, herkes KÖTÜ ve SUÇLU kabul edilirdi. Çocuklara babalarının hapiste olduğu, babanın suçu ne olursa olsun söylenmezdi. Kısacası hapse düşmek bu toplumda diri diri gömülmekti. Ancak zamanla bu algı değişti. Önceleri baklava çalan, taş atan çocuklar üzerinden son dönemde ise uzun süren tutukluluk halleri sebebiyle insanlar hapiste yatmanın bazen sadece kanunların aksaklığından kaynaklandığı, orada yatanın da en az kendileri kadar temiz olduğunu anladı. Bu bakımdan dizinin beslendiği kaynaklar arasında yer alan hapishane kültürünün oluşmasına dizinin aynı zamanda olumlu katkı yaptığını da belirtmek gerekiyor.
Dizinin başarılı olma sebeplerinden bir diğeri kanımca bugünkü Türkiye toplumunun iki temel özelliği olan Adalete Güvenmeme ve Kindar Bir Nesil oluşumuz. Evet, Ezel, Kuzey Güney gibi dizilerde de hep adalete güven yoktu ve toplum bunları içselleştirdi. Sırf bu diziler üzerinden oluşan kamuoylarından bile bugün Türkiye’de insanların adalete güvenmediğini, adaletin artık ağır aksak değil tamamıyla işlevsiz olduğunu görmekteyiz. En azından toplum olarak buna inanmaktayız. Adaletin olmadığına inandığımız an kendi öcümüzü kendimiz alma hakkını kendimizde buluyoruz. Ve işte o an Kindar Bir Nesil oluyoruz. Ben içinde bulunduğum nesle bakınca bunu çok iyi görüyorum. Eğer bu ülkede yasalar ve onların uygulanması değişmezse çok da uzak olmayan zamanlarda adaleti kendi ellerimizle sağlamaya çalışacağız ve belki de bu ülkeyi karanlık yıllara sokacağız. Sırf bu tehditten dolayı bile acilen bu ülkede yeni bir anayasa ve evrensel uygulamalarla adalete güven tesis edilmelidir.
Dizinin tutmasında pas geçemeyeceğim bir diğer faktörde yukarda saydığım tüm etmenleri içeren Prison Break adlı dizinin geçtiğimiz yıllarda benim yaşıtım olan grupta bıraktığı etkidir. Bu dizide de yine bir hapishane öyküsü ama farklı boyutlarla ele alınmıştı. Benim kuşağımda oluşmaya başlayan hapishaneden kahramanlar da çıkar ve insan kendi adaletini kendisi sağlayabilir (her ne kadar tehlikeli bir inanış olsa da) düşüncelerinin temelini oluşturan bu dizi konu olarak farklı olsa da yine bir grup mahkumun hesaplaşmasını içerdiğinden bilinçaltımızdan bir Prison Break etkisi getiriyor.
Ve geldik kanımca dizinin en büyük başarısı ve en büyük kaynağına: Herkesin silmek istediği anlara… Evet, kanımca herkesin geçmişinden silmek istediği keşke olmasaydı dediği anları mevcuttur. Buna ilişkin bir anımı ilkyazının başında aktarmıştım. İşte bu dizi bize bu anılarımızı hatırlattı. Ancak aynı şekilde ne kadar kaçarsak kaçalım, suçumuz olsa da olmasa da bir utancımız ya da hayıflanmamız varsa o anlardan, o insanlardan kaçamayacağımızı gösterdi. Bu dizi bundan dolayı çok izlendi. İnsanlar o çocuklarla aynı olayları yaşamasalar da kendilerine soru sormaya başladılar. Acaba şurada şunu yapmasaydım ya da şu kalbi kırmasaydım dediler. Ecevit’in gidişiyle yok olan Ahu onun asıl gidiş sebebini öğrendiğinde nasıl ona acıdıysa bizler de zamanında çok üzüldüğümüz gidişleri hatırladık. Acaba o gidenler de böyle sebeplere sahip miydi diye düşündük. Ve sinemanın en basit kuralı işte burada devreye girdi: Bir şey yapıyorsan ya komedi ve korku yapıp hiç düşündürme, ya da dram, trajedi vb. bir realite ortaya koyup onları bir an olsun düşünmekten vazgeçirme. İşte bu dizi ikinci yöntemi kullanarak, hepimizin kendinden bir parça, bir hesaplaşma bulabileceği bir yöntem kullandı. Ve görüldüğü kadarıyla da şimdilik başardı. Nasıl Ezel de sevgiliyi öldüremeyeceğimizi anladıysak, sanırım bu dizide de susarak asla kaçamayacağımızı anlayacağız. Sanırım bu dizinin sonunda da şöyle anlatacağız haleti ruhiyemizi:
KAÇMAK İSTERSİN GEÇMİŞTEN, SONRA ANLARSIN KAÇAMAYACAĞINI; SUSARSIN… AMA NE KADAR SUSARSAN SUS, BİLİRSİN ASLINDA KAÇINILMAZ SONU; BİR GÜN KONUŞACAKSIN…
Bilal ERTUĞRUL
23 Mart 2012
15:43