Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Posts Tagged ‘Türkiye’nin Notu NEDİR’

ONLARIN OYUNU BİZİM KUMARIMIZ: ULUSLARARASI KURULUŞLAR VE TÜRKİYE EKONOMİSİ – 2

Bu yazı serisinde ki ilk yazımda genel olarak uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları, not baremleri ve bize verdikleri nota gösterdikleri nedenleri belirttim. Yazımın bu kısmında ise Türkiye ekonomisinin temel zaafları, kuruluşlara karşı haklı ve haksız olduğumuz yerler ve alınabilecek önlemler, Hükümet, Halk ve Özel Kesim bazında yapılacakları aktaracağım…

Öncelikle bugün kredi derecelendirme kuruluşlarındaki notlarımız ve sıralamamızla başlayalım. Öncelikle son not değişimini yapan Fitch. Fitch not sistemi AAA, AA, A, BBB, BB, B, CCC, CC, C, D ve NR’den oluşur. NR açıklanmayan, D batık ülke ya da şirketi belirtirken BB’ye kadarki notlar yatırım yapılabilir, onun altı ise yatırım yapılamaz olarak görülür. Ayrıca NR ve D hariç tüm notların pozitif, durağan ve negatif olmak üzere 3 versiyonu vardır. Pozitif görünüm olası bir üst nota çıkış, negatif görünüm olası bir alt nota inişi belirtirken durağan ise stabil durumu ifade eder. Biz şuanda BB notundayız ve görünümümüz de dün itibariyle pozitiften durağana çevrildi. Ve bu çevirme belki biraz da fazla abartıldı. Çünkü aslında bir şey olmadı halen yatırım yapılamayacak listesindeyiz. Diğer kredi derecelendirme kuruluşlarına oranla daha samimi gelen ve olası not artışının beklendiği Fitch’in bu not indiriminin sebeplerini de şimdi açıklayacağım.

Fitch notumuzu indirirken belli noktalara dikkat çekti. Öncelikle ilk tehdit cari açık olarak belirtilmiş. Daha öncede üzerinde yazdığım cari açık yapısal bir sorun. Ne yazık ki sadece devletin sorunu değil çünkü çoğunlukla halkın tercihleriyle oluşuyor. Cari dengenin en önemli kalemi dış ticaret dengesidir ki; dışarıdan ülkenize gelen mal için yani ithalat için verdiğiniz paranın; sattığınız mallar için aldığınız paradan yani ihracattan fazla olması durumunda verdiğiniz dış ticaret açığı olur. Bu açığın ve ülkeye giren-çıkan döviz farklarından sonra eğer ülkeye giren döviz fazlaysa cari fazla, azsa cari açık verirsiniz. Biz kronik olarak cari açık veren bir ülkeyiz. Bu da özellikle ürettiğimizden fazla tüketmemiz, doğal kaynak sahibi olmamamız ve ara mal ithalatımızdan kaynaklanmaktadır. Bu maddelerden doğal kaynak üreteceğimiz bir şey değil ama zamanında özellikle nükleer konusunda adım atılsaymış çözülebilirmiş. Diğer iki sebebin ortadan kalkması ise kitlesel bir planlamayla mümkündür. Nasıl mı? Türkiye 3G telefon pazarı genişlemesinde dünya lideri, otomobil satışı iki yıldır rekor kırıyor. Bunları kim alıyor, biz. Peki, kim üretiyor, başkaları. İşte üretmediğimiz mallara olan yoğun talebimiz bize cari açık verdiriyor. Ve bu açık ne yazık ki bizim için kronik hale geldi. Dünyada ABD’den sonra en çok açık veren ülkeyiz. ABD’nin parası olan Dolar ticaret parası oluğundan onun cari açığını dünya kapatmak zorunda, n azından dolar rezerv para olduğu sürece. Ama bizim gibi ülkelerin böyle bir şansı yok. Bu durumda her yıl cari açık veren bir ülke olarak ileriye dönük kaçınılmaz bir sarmala giriyoruz ve ne yazık ki böyle giderse bir gün bu açık finanse edilemez ve batarız. Yani kredi derecelendirme kuruluşları bu konuda haklılar.

Fitch’in değindiği diğer bir konu ekonominin fazla ısındığıdır. Fitch diyor ki bankalardan alınan kredi yıllık %36 arttı, bu krediyle yapılan tüketim çılgınlığınızla enflasyonu arttırdınız ve büyümenizi de çift haneye taşıdınız, aynı zamanda bu tüketim çılgınlığından dolayı ithalatı patlattınız ve cari açığı da rekora taşıdınız. İşte bu da ısınmadır. Isınırsanız krediler dönmediği an, enflasyonu da durduramazsanız bir anda finansal krize girer ve bunla baş edemezsiniz. Aslında yine doğru söylüyor çok harcıyoruz, ürettiğimizin çok üzerinde harcıyoruz ve bu harcamayla büyüyüp işsizliği azaltıyoruz. Ama ödeyemezsek işte o gün batarız. Nitekim Merkez Bankası bunu 6 ay önce fark etti ve durdurmaya çalıştı. Ancak ne yazık ki henüz yeterince bir yavaşlama yok. Bunun en önemli sebebi de yine aşırı tüketim sevdamız. Ancak bu noktada Merkez Bankası’nın iletişim politikalarında da zafiyet olduğu ortaya çıkmıştır. Bu ısınma bugün bitmezse yarın gelecek soğutmayla baş edemeyiz.

Son olarak ülke notları verilirken 100 birimlik bir ölçek takip edilir. Bu ölçeğin yarısı siyasi, yarısı ekonomik verilerden oluşur. Siyasi verilerde güçler ayrılığı, basın özgürlüğü, siyasi parti yasaları ve organizasyonları, özel sektör rekabeti, özelleşme koşulları, fikri – mülkiyet hakları gibi pek çok etken vardır. Örneğin bizim tam puan aldığımız siyasal istikrar %5-7 arasında etkilidir. Yani biz sadece büyüme, işsizlik gibi bizde iyi olan rakamları göz önünde tutup notları değerlendirmemeliyiz. Az önceki kriterleri baz alırsak henüz yeni anayasasını yapamamış, insan hakları ve basın özgürlüğünde gerilerde, kadın – erkek eşitliğinde ki şu andaki Hükümetin tüm çabalarına rağmen oldukça kötü durumda, askeri otorite – sivil irade dengesini yeni oturtmuş bir ülke olarak ve yukarıdaki ekonomik veriler göz önünde tutulunca notumuz doğru. Ancak Avrupa Birliği’nin varlığı tehlikeye düşmüşken Fransa dahil diğer tüm üye ülkelerin notları abartılı yüksektir. Bize düşen kendi notumuzun doğru olduğunu kabul edip kendi sorunlarımızı çözmek ve daha geniş katılımlı derecelendirme kuruluşları sürecine elimizden geldikçe katkıda bulunmaktır.

Sorunlarımıza çözüm önerileri olarak da sunacaklarım var. Öncelikle halk olarak yapmamız gerekenlerin başında tüketim çılgınlığını azaltmak, ithal ürün kullanımında dikkatli olmak, kredi denizlerinde dikkatli yüzmek geliyor. Yani ayağımızı yorganımıza göre uzatmalıyız. Özel sektörümüz büyümemizin motoru ve bundan kıvanç duyuyoruz. Ama onlarda özellikle dış borçlanmada yavaşlamalı, ara mal ithalini innovasyonla azaltmalı ve dış pazarlardan kalıcı ortakları yurt içine çekmeli. Bu noktada Doğuş Grubu’nun son dönem çalışmaları dikkatle izlenmeli ve örnek alınmalıdır. Sektörel rekabetler artmalı ve rekabetle daha iyiye yönelim sağlanmalıdır. Kobilerden holdinglere giden yol açılmalı, istihdam bu yol üzerinden arttırılmalıdır. Merkez Bankası iletişim politikasını acilen güncellemeli, piyasa oyunculuğundan regülatörlüğe dönmelidir. Bu dönüşe paralel olarak kur, faiz politikalarına dikkat etmekle beraber asıl görevi olan fiyat istikrarının özellikle olası bir küresel iyileşme döneminde korunmasını sağlayacak önlemleri bugünden almalı, aldığı önlemleri de en azından bu yıl yaptığından daha iyi anlatmalıdır. Ve son olarak siyasi iradenin yapması gerekenler. Hükümetiyle muhalefetiyle acil anayasa hazırlanmalı, finans piyasaları regülasyonu, Merkez Bankası bağımsızlığı dokunulmazlar olarak belirlenmeli, rekabeti arttırıcı, ara mal ithalini engelleyici teşvik programlarıyla ihracatı destekleyici politikalar benimsenmelidir. İhracatın artması ya da ithalatın azalması için kurla oynanmamalı, bu Merkez Bankası’ndan talep edilmemelidir.

İki yazımda değindiğim noktalara dikkat edildiğinde Türkiye’nin bugünkü notlarının yanlış olduğunu düşünmüyorum. Bazı ufak adımlarla daha iyi yerlere çıkarız. Örneğin yeni anayasa, yeni siyasi parti yasası, daha kısa tutukluluk süreleri gibi maddelerle çıkarsa bir anda A sınıfında olan bir nota kavuşabiliriz. Ama bugün oturup Avrupalılar bizden kötü hakkımız yiyorlar dersek ileriye gidemeyiz. Zamanında AB sürecinde yaptığımız gibi bizim için doğru olanları yapacağız, onlar yanlışlarında ısrar ederse bugün AB’nin geldiği nokta şüphesiz onlar için de kaçınılmaz son olacaktır. Evet; bir oyun var ve arada bizimle de oynamaya çalışıyorlar ama eğer biz kumar oynamayı bırakıp dikkatli olursak oyunda oyuncuda değişir. Bunun için ilk olarak kendimizden başlayalım ve ilkokuldan gelen iki düşünceyi esas alalım: Ayağımızı yorganımıza göre uzatalım ve Yerli malı kullanalım…

Bilal ERTUĞRUL

24 Kasım 2011

15:14

Read Full Post »

ONLARIN OYUNU BİZİM KUMARIMIZ: ULUSLARARASI KURULUŞLAR VE TÜRKİYE EKONOMİSİ – 1

Dün öğleden sonra Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplantı kararlarının açıklanması piyasalarda fiyatlanmıştı. Beklendiği gibi politika faizinin değiştirilmediği toplantının kararları açıklandıktan 10 dakika sonra kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Türkiye’nin notunu düşürmemekle beraber görünümünü pozitiften durağana çevirdi. Bir anda piyasalar kötü etkilense de gün sonunda Avrupa ve Dünya borsalarına paralel kapandı. Fitch açıklamasında bu dolaylı not indirimine sebep olarak Türkiye’nin ABD’den sonra dünyada en büyük cari açık veren ülke olması ve krediler üzerinden aşırı ısınmış bir ekonomiye sahip olmasını gösteriyordu. Bu karardan sonra iç kamuoyunda yine Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın aylar önce söylediği “Fitch yaptı Fitch’liğini”, “Faiz Lobisi”, “Türkiye’ye yeni oyun” gibi başlıklar atıldı. Bir tepki seliyle pek çok sorumlu yönetici kredi derecelendirme kuruluşlarına salladı. Peki; onlar mı haklı, biz mi haklıyız; iki tarafın sebepleri ve yanlışları ne? Şimdi bu soruları yanıtlamaya çalışalım…

Öncelikle kredi derecelendirme kuruluşlarının notları ve bu notların sebeplerine bakalım. Kredi derecelendirme kuruluşları ülkeler ve büyük şirketleri derecelendirip onlara not vererek yatırım yapılabilir olma durumları konusunda danışmanlık yaparlar ve piyasaları bir nevi yönlendirirler. Bu durumda özellikle uluslararası sıcak paranın liman bulmasında etkiliydiler. Ancak 2008 Küresel Kriziyle beraber bu durum değişti. Çünkü ABD ekonomisine yönelik öngörülememiş çöküş, Mortgage sistemi gibi belli sistemlere bağnazlık derecesinde inanış bu şirketlerin not operasyonlarına ciddi eleştiriler getirdi. Notu en kuvvetli not olarak görülen şirketler Lehman Brothers gibi batarken kredi derecelendirme kuruluşları ciddi bir güven kaybediyordu. O günden sonra özellikle gelişmekte olan ülkelere karşı olabildiğince eli kıt davranan Fitch, Standart & Poor’s ve Moody’s piyasalara belli dersler aldıklarını göstermeye çalışıyorlar. Ancak bu çabalarında pek de başarılı olamıyorlar.

Bu kuruluşların sistemik yanlışlarını da bu noktada incelemekte fayda var. Her ne kadar kuruluşları 1920’lere uzansa da esas olarak 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan Bretton Woods sisteminin temel ayakları olan Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun özel sektörden gelen tamamlayıcıları olarak algılanan bu kuruluşlar tüm inanç, kurulum ve hareketlerini de bu Batı endeksli sitem üzerine kurmuştur. Temel para birimleri Dolar, Sterlin, önceleri Mark sonra Euro olan bu kuruluşlar için ABD, Avrupa Birliği batmaz kuruluşlardır. Her şeyi bunun üzerine kurgulanmış hatta diğer ülkeler de bu ülkelere göre risk katsayılarıyla değerlendirilmeye tabi tutulmuşlardır. İşte bu yanlış da özellikle son krizden sonra ciddi bir eleştiri noktası olmuştur. Bunun sonucunda Çin, Hindistan, Rusya ve Brezilya’dan oluşan BRIC ülkeleri önderliğinde gelişmekte olan ülkeler için bu kuruluşların notunun pek de anlamı kalmamıştır. Nitekim haberleri izlerseniz Çin, Rusya, Brezilya ya da Hindistan’ın kredi notu düşüşü sebebiyle piyasalarında sert hareketler yaşanmadığını görürsünüz. Demek ki adamlar kafada belli şeyleri bitirmiş ve sistemin eksikliklerini görmezden gelip yollarına devam ediyorlar. Biz böyle yapamıyoruz. Çünkü borsamızın %60-70 oranlar arasında değişen kısmı yabancı sermaye, çünkü ciddi cari açık veriyoruz ve bunu finanse etmek için halen batının parasına ihtiyaç duyuyoruz. Çin, Brezilya, Hindistan ve Rusya ise cari fazla ya da en azından garanti dış ticaret fazlası veriyor. Bu da onların dışarıya bağımlılığını azaltıyor. Bu konuda neden sıkıntı çektiğimizi Türkiye kısmında detaylarıyla aktaracağım.

Kredi derecelendirme kuruluşları ve ülkeler hakkında genel bir giriş yaptıktan sonra son not değişimimiz ve sebepleriyle bu yazının ilk kısmını noktalayacağım. Evet; uzunca bir süredir sıkıntıda olan AB ülkelerinin notlarıyla aramızda uçurum olduğundan, son bir yıldır ciddi bir not artışı beklentisi içindeydik. Malum onların notu azalmıyor ve bizimki artmıyorsa; üstelik onlar krizde biz değilsek bu işte bir yanlışlık olmalıydı. Buna inanıyorduk. Ya da birileri bizimle oyun oynuyordu. Haklıydık AB ülkeleri ve ABD yani kıstas alınanların durumu çok bozuk. Dış borçları yüksek, bütçe açıkları fazla, borçlanma maliyetleri artıyor, işsizlik artıyor ve büyüyemiyorlar. Oysa biz büyüyoruz, borcumuz az, işsizlik azalıyor. O zaman niye notumuz değişmiyor.

Öncelikle açıkça belirteyim: Benim kanaatime göre bizim notumuz doğru, yanlış olan Avrupa ülkelerinin notları… Çünkü adamlar bizi çok kritik bir yerde tutuyor ve aslında biz de tam o yerdeyiz. Fitch notlandırmasında da, S&P ve Moody’s notlandırmasında da tam olarak yatırım yapılabilir ülkeler grubunda yer almıyoruz. Notumuz bizi yatırım yapılamaz grubunun zirvesinde tutuyor. Ama bu zirve yatırım yapılmaya en yakın ülke anlamındaki zirve. Her 3 kuruluşun da orta karar yani ne yapılır ne yapılmaz endeksi olsa orada yer alırdık. Hâlbuki şimdi bir not arttırsak yatırım yapılabilir klasmanına atlıyoruz. Ama bir türlü o artış gelmiyor ve sıramız değişmiyor. Adamların haklı olduğuna kanaat getirmemin sebebi belli ekonomik sıkıntılarımız. Cari açık, özel sektörün yüksek borcu, düşük tasarruf, dışa bağımlı ara mal ithalatı üzerinden işleyen ihracat halen nispeten yüksek faiz, uzun vadeli borçlanma kalemlerine daha yeni geçiş bu düşüncemin sebepleridir.

Dedim ya bu kuruluşların bizi gösterdiği yerde doğru, notumuz da. Ama asıl yanlışları AB ülkeleri başta olmak üzere batı ülkelerinin yüksek ve haksız notları. Belli kriterlere saplanıp kalmış olmaları ve AB, ABD’ye ve onları sistemine katıksız inançları. Ama bu inanç kanımca bir süre sonra bu şirketlerin ya keskin dönüşümünü ya da sonunu getirecek. Neden mi? Çünkü gelişmekte olan ülkeler bu kuruluşlara güvenmiyor ve bunların yerini G-20 çatılı kapsamı daha geniş ve daha evrensel kuruluşların almasını istiyor. Bu kuruluşların bağnaz inançlarından da kurtulup Batı ülkeleriyle diğerlerini aynı kıstaslarda ve tarafsız denetleyememeleri halinde ise son garanti görünüyor. Yani ya tam dönüşüp ihtiyaçlara cevap verecek ve kaybettikleri güveni kazanacaklar; ya da yok olup gidecekler. Tıpkı 2008 krizinde gidenler gibi.

Not: Türkiye ekonomisinin temel zaafları, kuruluşlara karşı haklı ve haksız olduğumuz yerler ve alınabilecek önlemler, Hükümet, Halk ve Özel Kesim bazında yapılacakları da bu yazının devam yazısında aktaracağım…

Bilal ERTUĞRUL

24 Kasım 2011

11:26

Read Full Post »