Bir zamanlar kendimden daha çok değer verdiğim bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine bir film izlemiştim. İsmi “Bokeh”ti. (Bknz: https://www.imdb.com/title/tt3722062/) Film bir anda herkesin ortadan kaybolduğu bir dünyada sadece iki kişinin yaşamasının nasıl olacağını anlatıyordu. Evet, sadece iki kişi. Filmi izlediğim dönemde belki de hayatımın en kötü günlerini yaşadığımı düşünüyordum. Sadece daha kötü günleri görmediğim için o zaman öyle düşündüğümü çok sonra anladım. Bu yazıyı da hayatımın en güzel zamanlarında sanki dünyada ikimiz varmışız, başka kimse yokmuş gibi düşünerek, hissederek ve buna inanarak yaşadığım, aslında kendimi de uğruna yok ettiğim, bir zamanlar ruhumla, kalbimle ve zihnimle, yani beni ben yapan her boyutumla adandığım insana ithafen yazdım. Bazen içinizdekileri yazmak, biraz bile olsa rahatlamanıza yol açacaksa, yazarsınız. İşte ben de o yüzden yazdım.
Bazen sadece bir kişiye ihtiyacınız olan anlar yaşarsınız hayatınızda. Neden, sadece bir kişidir ihtiyaç duyduğunuz bilmezsiniz. Siz kendinizi sadece bir kişiye adamış olabilirsiniz ya da bir kişi yüzünden yapayalnız kalmış olabilirsiniz. Sebebi değişmekle birlikte bazen sadece ve sadece bir kişiye ihtiyaç duyarsınız. O anda, orda tek bir kişi olsun istersiniz. Tüm dünya yok olsa, kimse kalmasa bile yalnızca bir kişinin yeteceği anlarınız vardır.
Ben de uzun süredir dünyanın sadece bir kişiyle anlamlı olduğunu düşünmüştüm. Aslında dünyada 8 milyar insan vardı ama ben zihnimle, ruhumla ve kalbimle sadece bir kişinin kaldığını düşünmüş, herşeyimi ona adamıştım. Fark etmemişim. Aslında herkesi yok kabul ederken ilk başta kendimi yok etmişim. Şimdi düşünüyorum, “Değer miydi?”. Yaşanan her şeyden sonra, ruhumda kalan onca yaradan sonra düşünüyorum. “Değer miydi” gerçekten. Halen cevabı bilmiyorum. Yaptığım şeyin, kendimi ve tüm dünya insanlığını yok sayarak sadece bir insana adanmanın yanlış olduğunu halen düşünmüyorum. Belki kabullenmiyorum. Belki, herkesin söylediği gibi kendimi sevmeyi başaramıyorum. Bilemiyorum. Ama halen, doğru insanı bulduğunuzda dünyanızı tek kişiye adamanın yanlış bir şey olduğunu düşünmüyorum. Sadece, gözden kaçırmamanız gereken bir nokta var. Öyle bir insan için bunu yapın ki, siz kendinizi yok saysanızda o sizi var etsin. Size hiç değer vermeden, sizi insan yerine koymadan, o da sizi yok ederek ve herşeyi, en başta sizin benliğinizi sadece kendisi için kulllanmasın. Öyle bir insan seçin ki, o da en azından size değer vermeye, bir gün, bir saniye durup sizi düşünmeye hazır olsun. Öyle bir insan için adayın ki kendinizi, o da sizin adanmış halinizi görüp sizi hayata geri döndürsün. Aksi takdirde, ne kadar ısrar ederseniz edin, ne kadar kendinizden vageçerseniz vazgeçin, yetmeyecektir.
Bu satırları kaleme alırken, hayatımı, özellikle de son 2,5 yılımı düşünmekteyim. Acılarımı, ben de kalan yaraları, kendimden vazgeçişimi ve en sonunda bir hiç olarak kalışımı düünmekteyim. Yalnızlığın damarlarıma kadar indiği, kalabalıkların arasında sesimi kimsenin duymadığı zamanlardan geçmekteyim. Ve sen, uğruna herşeyden vazgeçilebileceğini düşündüğüm insan, sen yoksun. Bir yıl önce bu yazıya başladığımda, tarih 16 Ocak 2018’di. O günden sonra bir daha o kadar yaralı, o kadar canım acır ve o kadar yorgun olmam diyordum. Yanıldım. Ve biliyor musun, bugün olmadığın gibi o gün de yoktun. Herkes vardı, bir tek sen yoktun. Ben dünyada sadece senin yaşadığını düşünüp kendimden vazgeçtikten sonra, bunca yaşanandan sonra sen yine yoksun. Nerdesin demeyeceğim, eğer dünya daha adil bir yer olsaydı, zaten yanımda olurdun. Ama o gün de yoktun, şimdi de yoksun. Hiç bir zaman da olmayacaksın. Çünkü, dünyanın merkezinde olmaya o kadar alıştın ki, bir kez gözünü açıp, benim yanıbaşında olduğumu görmeye zahmet etmedin. Bir kez. Bir saniye, bir an, bir gün bile bunu yapmadın.
Ne diyeyim ben sana şimdi… Canın sağolsun…
19 Nisan 2019
Çanakkale
01:06